Pazartesi, Şubat 01, 2010

Gene Gelecek Ben

Ne kadar uzun suredir tek satir yazmadigimi farkedip biraz utandim sanirim. Cok zaman oldu, cokca sey de oldu elbette. Artik kucuk bir kirpicigimiz var Yesil Erik'le birlikte. Kisacasi, bos zamanimiz yok gibi. Tatli bir sey, pek neseli, keyifli bir cocuk. Aslina bakarsaniz ondan baska da bir degisiklik yok yasamimizda, ama olsun. :) Her sey yolunda mi, tabii ki degil, ama her seyin yoluna girmesini beklemektense sorunlari bir low pass filter'dan gecirip sadece buyuk olanlari kafaya takmaya karar verdim. Tabii nezle ve sinuzit tepemi oymadigi zamanlarda... O zaman, insan sorunlarin en uyduruguna takilip kaliyor.

Gunun menusunde igrenc kokulu bitki cayi, ders, ve Selpak mendil var. Isteyen?

Pazartesi, Mart 26, 2007

Gormesen de Olur Dusler

Yorgunluk, insanin icine islemeye bir basladi mi cikartmak bir zor olur ki... Oturup ayaklarini uzatmak ister insan, ama uzanan ayaklar, beyinde son derece karmasik baglari atesler, huzursuzluk basar. Oturdugun yerde oturamazsin, icinde bir seyler burulup durur. Gece yatip uyumaya kalktigin zaman elinden gelmeden uyaniverirsin. Is vardir aklinda turlayan, bir de olasi olumsuzluklar. Adi uzerinde, olasidir, oluverir. Ote yandan, olasi olumlu gelismeler asla yetmez, avutmaz, icini isitmaz. Adi uzerinde, olasidir, olamama olasiligi varsa olmayacak demektir zaten. Gece bir de sicaklar basti mi, duduklu tencereye konmus nohut gibi kabuklarindan ayriliverir yuregin, yumusar, catali dokundursan una doner.

Sabah yorgun uyanir insan. Yorgun oldugu icin elin ise varmaz, varsa dogru yapilmaz, dogru yapsan yeterli olmaz. Yine olasiliklar vardir, birileri senin aleyhine hileli zar atip durur sanki. Yedigin o hileli zar kazigi aklinin hep bir kosesinde kalir. Beyninin en derin koselerini yalayip gecen o minik elektrik yukleri, o derinliklerde saklanan paranoyak dusleri de onune katar, acik gozlerinin onunde turlar attirir. Gozlerinle gozluklerinin arasindaki minik bosluktaki hava gitgide agirlasir, yogun, sari bir renk alir. Gozlerini kirptigin zaman kirpiklerin o yogun havada izler birakarak hareket eder. Her iz, bir anda gece gordugun sIkIntIlI duslerin izleriyle dolar. Parmaklarinin yaziya dokmek istedigi isler, gozlerinin onunde oynayan traji-komik duslerle karisir, yazilanlar yazi olmaktan cikar, otomatige baglanmis anlamsiz satirlari doldurur. Yaptigin isi niye sevdigini unutuverir insan, ustelik yapmak istediklerin de gittikce yapilamaz isler yiginina katilir. Biriken isler, kendi agirligi yuzunden cokuverir, minik kara delikler olusturur. Cevresindeki her turlu olumlu isi yutar. Yutamadiklarini da sakat birakir.

Kara kalem cizilmis kasvetli Galip Tekin karelerinden firlamis gibidir gozlerinle gozluklerin arasinda dans eden o dusler. Birazdan uzaylilar bos bir dunyaya iki kisiyi birakacaktir. Bunlarin cocuklari olacak, cocuklari daha sonra birbirleriyle ciftlesip sakat insanlar yaratacak, ve bu zihinsel sakatlik o kadar yayginlasacak ki ortaya cikan ilkel yapilar, insanlarin atalarini olusturacaklar. Ya da katil bir hayat kadini, elindeki buzdan kurdani musteri/hedefinin kulagina saplayip oldurecektir. Sen de cinayeti cozmeye calisan zavalli bir detektif olarak ortada dort doneceksindir, nasil oldu da bu adam oldu, nerede cinayet aleti diye. Bilemeyeceksin ki cinayet aleti coktan eriyip halinin lifleri arasinda saklanmistir.

Ve butun bunlarin sorumlusu sensindir. Zamaninda yapilmamis islerin devami olan dusler, galip sonunda seni sarip sarmalamaya basladiginda istemesen de izlersin bu filmleri. Bir sise saraptan asagisi kurtarmaz. Icince gevsemeye baslasan da bir yandan bu gevsemisligin gececegini bilirsin. Hele de gene gece yattiginda gozlerin kuruyarak kalkarsin ya, film sanki basa sarilir, gene ayni sIkIntIlI ruyalar gorulur, gene ayni heybetli dalgalar, minik kum tanelerinin uzerine kendilerini birakiverir, ve kum taneleri, o inanilmaz tiz ve sessiz cigliklarini atarak dalgalarin altinda ezilip kalirlar.

Oyle duslerdir ki bunlar, gormesen de olur.

Etiketler:

Cuma, Ekim 13, 2006

Rha rha o rha rha?

Sabah sabah uyanmisiz, gazetelere bakilmis Internet'ten. Marifet Pamuk Bey, al takke ver kulah Nobel odulu almis, Fransa parlementosu bir kere daha bilinen "o yetmez, bu yetmez, caninizi verseniz o da yetmez" kilikli bir yasa teklifini onaylamis, can s1kk1n, keyif kacik. Yalakalikla gelinip emekle gelinmis gibi pazarlanan mevkiler, baska mevkilerde kendini bas sanan ampul ici sineklerinin viziltilari... Yeter desen yuregin ezilir, yetmez desen bogazina yumru dugumlenir.

Taa ki oglen yemegi icin abuk bir cin lokantasina gidene kadar. Sebzeli tavukla susamli tavuk soylenir. Sonra cekik teyze soyle buyurur:

- Rha rha o rha rha?

"Rha" yazdigima bakmayin. Dilinizi kivirin iyice geriye, sonra damaginiza dokundurmadan soyleyin. Oyle garip, bogulma sesi gibi bir sey cikartin. Iste o...

- Af buyur?
- Rha rha o rha rha!

Sonradan cikarttik ne demek istedigini.

- White rice or fried rice?

Sonra bir gulmedir aldi bizi. Fani bunyemizin unutkan bellegi diger sacmaliklari beynimizin kivirik koselerine sakladi, bu sacmaligi one cikartti. Evrimin sonucu, hayatta kalma refleksi bizim butun gun gulmemize neden oldu. Hatta aksam uykuya dalmadan hemen once bile soruyorduk birbirimize:

- Rha rha o rha rha?

Cuma, Temmuz 28, 2006

Is Geyikleri

Pino gayet sakin bir sekilde anlatmis basindan gecen abukluklari. Benzer geyik sorulara ben de maruz kaliyorum. Genellikle sadece basimi sallamak ve gulumsemekle gecistirsem de icimden gecenler parantez icinde belirttiklerim gibi oluyor.

"Ne? Haftada sadece 6 saat mi ders anlatiyon? Diger zamanlarda ne yapiyon? Peki yazlari niye maas veriyorlar sana? Ders mi var?"
(Dersten sonra pisti oynuyom, Internet'te takiliyom, bi de ara sira kahve iciyom anasini satiiim. Ne yapcam, calisiyom... Hem is sabah 9 aksam 5 degil ki... Bunun cumartesi pazari var, gece yarisini gecmesi var, yaz tatili olmamasi var. Arastirmalara sponsor bul, para pesinde kos, makale yaz, ogrencilerin agiz kokusunu cek... Yok canim calismiyorum ben, havadan para kazaniyom.)

"Simdi makale yazinca ne oluyo?"
(Elinin koru oluyo. Yaptiklarimizin sonucunu bilim dunyasiyla paylasiyoruz... Hayir, her yaptigimizi sirketler urun yapmiyor. Evet, urun olmasa da bir degeri var. Benim yaptiklarimi baskasi ilerletebilir. Hayir, bu isten zengin olunmaz. Evet, seni biraz asar, takma kafana... Can sIkIntIsIndan yazi yaziyorum varsay...)

"Simdi butun isi ogrenciler yapiyor, sen de adini mi koyuyorsun yayinlara?"
(Aynen... Ogrencilere vahiy iniyor, sunu bunu soyle boyle yap diye. Sonra oturup kendiliklerinden is yapiyorlar. Sonra ben son anda gidip adimi ekliyorum. Boylece butun krediyi ben topluyorum. Embelek seni...)

Ama en guzeli:
"Hala bitmedi mi okul?"
(Yok guzelim, bitmedi. Aslinda sen de biraz ucundan kosesinden tutsaydin okulun fena olmazdi ama... Neyse, saglik olsun.)

Diyeceksiniz simdi ne halt ediyorsun? Valla oglen yemegi yerken yazdim, son lokmami simdi yuttum. Klavyeden kirintilari toplayayim, isime geri donuyorum.

Çarşamba, Temmuz 26, 2006

Cat'la Cut'un Maceralari

Bugunlerde Cinli bir profesor (Cat diyelim kendisine) ve ogrencisi (ona da Cut diyelim) ile oldukca yakin calisiyorum. Cut, ikinci doktorasini yapan, azimli, ama bir o kadar inatci bir ogrenci. Hocasi Cat, ondan biraz olsun yaka silkmis. "Eti senin kemigi benim" modunda. Yaklasik bir aydir Cut'la basbasa kasiyorduk. Yumurta kapiya dayanmaya basladigindan beridir Cat da katilmaya basladi toplantilarimiza.

Dun sonunda kafadan kopardilar beni. Cut inatla Cat'in dediklerine pekiyi demiyor. Sonunda Cat sinirlendi, yarim Ingilizceleriyle basladilar tartismaya:
Cat: Soyle simdi, daha cok ornek alsan ortalamayi daha iyi hesaplamaz misin?
Cut: Kullandigimiz yonteme bagli.
Ben: (Gulmemek icin kendimi zor tutarak) Ya, isterseniz Cince konusun, onemli degil...
Cat: (Sakince bana) Hayir olmaz. (Sinirlenerek Cut'a) Ne demek yonteme bagli? 1 ornek kotu sonuc verir. Sen bana simdi 1000 ornek de alsak sonuc degismez mi diyorsun?
Cut: Degil ama, kullandigimiz yoneme bagli.
Cat: Pekiyi, o zaman kac ornek en iyi sonuc veriyor. Sifir ornegin daha iyi sonuc verecegini iddia edecek kadar salak olmadigini umuyorum.
Cut: Hayir, yonteme bagli...
Cat: Ben senin hocanim, sen nasil konusuyorsun benimle? (Bana donerek) Ben bu Cut'u iyi taniyorum. Bu boyle takilir kalir arasira... (Cut'a doner) Ben karar veriyorum, daha cok ornek alacaksin, benim dedigimi yapacaksin.

Ben bu dialog sirasinda gulmekten geberecektim neredeyse. Bugun de benzer bir sahne yasandi, ama ilk gunku kadar etkili degildi. Alistim artik.

Bu arada, Cat'in oglu ofisinde bekliyormus. Once bir aradi babasini, babasi da yarim saat sonra gelirim dedi. Sonra 20 dakika sonra bir telefon daha... Cat soruyor: "Bana bir on dakika daha verebilir misin? (Can you give me ten more minutes?)" Cocugun yaniti koparici: "Verememeyi isterdim. (I wish I couldn't!)" Bugun de bu lafa koptum. Umarim cocuk yarina sag cikabilir.

Maceralarin devamini heyecanla bekliyoruz...

Pazartesi, Temmuz 17, 2006

Sicaklardan Ne Alirsiniz?

Valla biz sicaklardan genellikle bahcede is aliriz... Bu haftasonu tam anlamiyla bahce kolesi olduk. Bilen bilir, bizim bahce de afedersiniz avuc ici kadar bir yer, ayrica %99'u beton. Ancak bizden onceki ev sahibi, nedendir bilinmez, betonun onune 1.5 metre yuksekliginde, 5 metre eninde bir tahta cit koymus. Tabii gunes, yagmur, kar derken boyalari, tahtalari catlamis, bir kismi yeserip yeniden yasam kazanmis. Site yonetimi de "Hmmm, sizi gidi sizi, cabuk boyayim bakayim!" dedi. Biz de son saniyeye kadar bekleyip 35 derece sicakta ellerimizde fircalar ve rulolar, kulaklarimizda NPR'da "Wait Wait Don't Tell Me" ve "Splendid Table", burnumuzda buram buram cozucu kokulari, kafalar yari baygin, eller krampli, "...ayaklar ciplak, ve ipek bir haliya benzeyen bu toprak, bu cennet bu cehennem bizim" dercesine boyadik citi beyaza. 2.5 saat sonunda ise "kapansin el kapilari bir daha acilmasin, yok edin insanin siteye kullugunu, bu davet bizim" nidalariyla kendimizi klimanin serin kucagina biraktik. Sonuc: Cit guzel oldu, biz yaslanmisiz artik.

Sonra? Sonra aksam oldu, gun batiyordu ki beles bir konsere gidip biraz takildik. Film izledik, yattik, kalktik, ve bu arada bahcede calismanin pismanligini coktan unuttuk. Yesil Erik hamfendu "dereotu isteruk" deyi bizi seraya soktu. Once dereotundan basladik, ama almadigimiz yesillik kalmadi. Sonra onlari saksilara ekmek de bendeniz Dalgic Erik efendiye kaldi. (Malum, her yer beton olunca mecburen saksilara ekiliyor her sey.) 3 saat sonra bahcenin butun koselerine girilmis, butun saksilar yerlestirilmis, biberler ayri saksilara koyulmus, ve hatta bundan daha elim ve vahim olmak uzere, bu isi (dereotu isteyerek) baslatanlar sadece merdiven basamaginda oturmayi tercih etmislerdi. Sonunda basincli suyla yikanan betonda topraktan eser kalmamis, ortaligi serin bir yorgunluk (ve mutlak ter) kaplamisti.

Kisacasi sicaklardan agzimizin payini aldik.

Ama kuduz Erik ailesi durur mu? Iceriye girip Fethiye'nin tarifiyle patlican kebabi yaptik uzerinize afiyet. Geri kalan kofteleri de sis kebap eyledik, mangalda bir guzel pisirdik. Afiyetle yedik. Bence pek guzel oldu. Yesil Erik hamfendu ise karabiberinin pek cok geldigini soyledi ki bence iyiydi ya... Ama itiraf etmeliyim ki bir yemek kasigi karabiber oldukca yuklu bir miktar. Herkes yiyemeyebilir netekim.

Her neyse, kissadan hisse, hava sicak, biz kuduz, ve hava yine sicak.

Cuma, Haziran 02, 2006

Heceleme Arisi

Dun aksam sonunda Ingilizce'nin ne kadar zavalli bir dil oldugu kanitlandi sonunda. Dun aksam ilk kez, "Spelling Bee" (Heceleme) yarismasi ABC kanalinda yogun izlenme zamaninda yayinlandi. Elbette gosterilen kismi sonlara dogru oldugu icin cok fazla cocuk kalmamisti, ve hecelenmesi (aslinda harf harf soylenmesi) gereken sozculer de abidik gubidik seylerdi. "Refrigerator" ya da "ophthalmologist" gibi sozcukler kolay olduklari icin pek calinmadi kulagimiza. Onun yerine "yabanci" kokenli bir suru sozcuk soruldu. Bunlardan birisi de "kilim"di ki, ben bir Turk olarak soran adamin konusmasina dayanarak "keeleem" diye hecelerdim herhalde. Adam agzinda sicak patates varmis gibi konusarak Fransizca, Hintce, Almanca, Yunanca ve Latince kokenli sozcukler sorup durdu. Kanadali bir kiz, ozellikle de Fransizca kokenli sozcukleri soylerken biz Yesil Erik'le bon baktik televizyona. Ama asil sasirtici sorular Almanca kokenli sozcuklerdi ki koptuk resmen. Almanca'dan bu kadar mi bire bir sozcuk alinir? Haydi aldin diyelim, bu kadar abuklari mi alinir? Ornegin, Kanadali kizin elenmesine neden olan sozcuk "Weltschmerz"di (dunyadaki kotulukler karsisinda duyulan uzuntu). 12 yasimdan beri Almanca'ya bulasigim, ben bile hayatimda bu sozcugu ilk kez duyuyorum. Anlamasi zor degil, ama zavalli Kanadali kiz "Veltschmerz" deyince elendi tabii. Bu sozcugu Almanca bilmeyen birisinin degil hecelemesi, aklinda tutmasi bile anlamsiz. Tabii ki bitis de Almanca bir sozcukle yapildi: "Ursprache" (bir dil ya da dil grubunun kokeni olan dil) Yuh diyorum sadece. Allah akil fikir versin.

Diyecegim odur ki bu Ingilizce zavalli bir dil vesselam. Bir kavramin ne oldugunu bilmiyorlarsa dogrudan baska bir dilden almislar. Bence bu zenginlik degil tembellik. Ayni tembellik (ya da tarih boyunca gosterdigimiz ozentilik) yuzunden memleketim insani "okazyon" mallar alip kendileriyle "iftihar" eder, "prime time"daki "reyting"leri "takip" eder.

Onumuzdeki yil, bu yarismanin son sorusu olarak "cekoslavakyalilastiramadiklarimizdansiniz" ya da "Donaudampfschifffahrtskapitänswitwenversicherungspolice" sorulacak diye korkmaktayim. ;)